8 Aralık 2009 Salı

Hüküm - Et


Başka hayatlara müdahalede Türk erkeklerinin keza bazı Türk kızlarının da üzerine tanımıyorum. Özellikle sevgililer arasında en sık karşılaşılan tartışmalara konu olan bir sorundur. Hayatınızdaki insana ne kadar müdahale ederseniz o kadar mutsuz edersiniz.
Sevgilinizin zevklerine, onun yaparken hoşlandıklarına, arkadaşlarına, kıyafetlerine karışırken karşınızdakini de düşünün. Zaten şuna inanıyorum ki, bu tip ilişkiler çok uzun sürmüyor.
Yaşayanlar yok mu? Elbette ki var.
Yıllarca karşıdaki insanın istekleri doğrultusunda hayatını idame ettirmiş insanlar ilişkilerinin sonunda mutsuz olarak ayrılığın adımını atmışlardır.
İnsanoğlu hayatındaki zevklerini bir noktaya kadar kısıtlayabiliyor. Kimisi sevgilisi istemiyor diye kılık kıyafetini değiştiriyor, kimisi arkadaşlarından vazgeçiyor. Ama mutsuz oluyor.
Hayatınızdaki insan eğer aklıselim birisi ise zaten sizin isteklerde bulunmanıza gerek kalmayacaktır.
Çok aşırı kıskanç değilseniz, sevgilinizde eğer gerçekten size değer verip sizi seviyor ise üzerine düşeni yapıp kılık kıyafetine kendi isteği doğrultuda kısıtlamalar getirecektir.
Yada sevgilinizin bir arkadaşı varsa ve siz ondan hoşlanmıyorsanız bunu sevgilinize “o arkadaşınla bir daha görüşmeyeceksin” demek yerine “Bu insandan hoşlanmıyorum sınırlı görüşürsen sevinirim” demek daha mantıklı değil midir?
Yine söylediğim gibi karşınızdaki aklıselim, size değer veren, sizi seven birisi ise uyarınızı dikkate alıp o arkadaşına biraz daha mesafeli olacaktır.
Ama kendimden yola çıkarak bu konu ile ilgili bir fikrimi söylemeden geçemeyeceğim. Bazılarının hayatlarında önemli insanlar vardır. Benim hayatımda eğer yıllara dayanan arkadaşlıklarım var ise bunları artık bitirmek istemiyorum. Yıllar önce yaptığım hatayı aynı şekilde tekrar edip mutsuz olmak istemiyorum. Çünkü bir gün geliyor ve bakıyorum etrafımda kimse kalmamış oluyor. Bunu yaşayan ben başka hayatlara hüküm-etmeden hayatıma hüküm-ettirdim.
Derseniz ki sen aklıselim değil miydin, sen o kişiye değer vermiyor muydun? Hayatına hükmettirdin. Aklıselimdim ona değerde veriyordum. Ama o “fazla kıskançtı” ve ben onu çok “sevmiştim”…!

Dinle..!

İlişkilerde en önemli kopukluk nedeni nedir diye düşünüyorum. Aklımdan geçen binlerce şey Sıradan nedenler gibi gözüküyor. Etrafımdaki evli ve bekarlar insanların eşleriyle ve sevgilileriyle olan göz temasları, konuşmaları, birbirleriyle iletişimlerni, ne kadar dinlediklerini düşünüyorum.
Eğer karşılıklı iki sevgili bir kafede oturmuş bir şeyler konuşuyor ise birbirlerinin gözlerinin içine bakarak konuşuyor olmaları muhtemel bir gerçektir. Ama eğer karşılıklı iki karı koca oturmuş ve onlarda bir şeyler konuşuyorlar ise karşıdakini dinlemiyor, ilgilenmiyor konuşurken karşısındaki kişinin bırak gözünün içine yüzüne bile bakmaması muhtemeldir.
Peki, ama neden eşler özellikle de erkekler onlarla oturup konuşmaktan ve eşlerini dinlemekten uzaklaşıyor.
Evlilik gerçekleşmeden söylenen konuşulan tartışılan konu hakkında fikri alınan önemsenen ve dinlenen kadın evlilik gerçekleştikten sonra dinlenmez ilgilenilmez durumunda bırakılır. Sanırım buna birkaç etken sayabiliriz.
Birinci olası ihtimal; artık ortak bir hayatı paylaşıp birbirilerinin hayatlarında zamanla kişisel duygu ve düşünceler özdeşleşiyor ve kişi karşısındaki eşinin neye nerede nasıl tepkiler verip neler yapıp neler konuşabileceğini tahmin ediyor olabilmeleri evlilikten sonra kadının kendini salıvermesi özlerinde mutlu olmasalarda dışarıya mutluluk pozları verilmesi gibi birçok nedenlerle olası ihtimal daha da uzatılabilir.
İkinci olası ihtimal; kadınların sorun çıkarmaya olan meyilleri, ortak çatı altında yaşanan olumsuzluklarda neredeyse tüm sorumluluğu erkeğe yüklemeye çalışılması, kadınlar tarafından sürekli yerilmesi neredeyse çok nadiren takdir edilmesi gibi bu ihtimalde dahada uzatılabilir.
Bir gerçekte var ki kadınlar olumsuzluklara rağmen vicdanları tarafından asla yalnız bırakılmazlar. Bir gün bir gerçeği de siz uygulayın kadınınızı sabırla dinleyin, onunla paylaşın ama asla tartışmayın, laf dalaşına girmeyin. Çünkü eğer onunla laf dalaşına girerseniz haksız duruma düşürülür ve olay daha da karmaşık hale gelir. Farklı fikirleri paylaşıyor iseniz kırıcı olmayan birkaç cümle ile fikrinizi dile getirerek sadece paylaşın. Eğer gerçekten sizin fikrinize önem veriyor ise bırakın önem vermeyi farklı düşünceleri paylaşıyor olmanız bile kadınınız size dönüp gerekli sıcaklıkla fikrinize sonuna kadar saygı gösterecek ve gönlünüzü alacaktır.
Türk kadınında sanırım en güzel özelliği de vicdanları tarafından rahat bırakılmamasıdır.

Mükemmel..!

Hayır , mükemmel değiliz mükemmel olmak gibide bir lüksümüz yok sanırım. Hanginiz mükemmel olduğumuzu iddaa edebilirisiniz ki. Hiçbiriniz iyi bir anne, iyi bir sevgili, iyi bir dost, iyi bir evlat değilsiniz. Zaten mükemmel olursanız etrafınızdaki insanlara ne gerek var ki, Ne de olsa mükemmelsiniz ve kimseye ihtiyacınız yok.
Evet, zaman zaman diğerlerine göre daha zeki olabilirsiniz ama hiçbiriniz mükemmel değilsiniz.
Peki ya anneler neden kızlarına mükemmel koca oğullarına mükemmel gelin isterler.
Ya sevgililer neden hep mükemmel sevgiliyi ararlar.
Lütfen itiraz edipte “ hayır mükemmeli istemiyoruz ama istediğimiz gibi birisi olsun” tadında bir yorum yapmayın. Çünkü hepinizin içindeki gerçeği tahmin ediyorum.
Çevremdeki insanların çoğu hep karşısındaki insandan olmayacak ya da o kişiden beklenmeyecek şeyler isterler. Nacizane bir sözüm olacak.
Neden gördüklerinizi yada bildiklerinizi görmezden geliyorsunuz. İstediğiniz o değilse onu aramaktan vazgeçip kabul etseniz ya da terk etseniz fena olmaz hani.
Bence hem kendinizi hem karşınızdakini oyalamamış olursunuz.
Yalnız unutmayın ki o mükemmel asla çıkmayacak.
Anneler gelin yada damat adaylarını beğenirken taktıkları kulpların haddi hesabı yoktur. Gelin hanım ne kadar hanım hanımcık olsa da takılacak bir kulp mutlaka vardır veya bulunur.
Ya da damat adayı için anneler kızlarını vermek adına o kadar çok şartlar koşar ki hani dedim ya karşısındakinin kapasitesini az çok bilir ve yapamayacağı şeyleri ister. Ne o gelin aranılan gelindir ne de o damat istenen damattır.
Oysa onlar mükemmeli isterken mükemmel olmadıklarını ya da olmayacaklarını görmezden gelirler
Mükemmelliğe giden yol, hiçbir zaman sona ermeyecek bir yoldur.

Yalnızlığa Alışmak..!

Uzun süren aşkların ardından toparlanmak öyle zordur ki. Alışmak vazgeçmek, geçmişi zamana dağıtmaya çalışmak hepsi can sıkıntısıdır. Hele birde mutlu değilken mutlu görünme çabaları yok mudur işte zor olanların başında gelen budur. Oysa mutsuzdur kişi ama mutsuz olması için sevgili arkadaşları tarafından yalnız bırakılmazlar. Hep bir güleryüzlülük hep bir mutluluk tablosu oluşturulur istenmeden de olsa.
Yıllarını beraber yaşadığın iyisi ya da kötüsü ile sevdiğin kabullendiğin kişi nasıl olurda hayatımdan çıkar diye düşünmek için fırsatın bile olmaz bazen sonra bir bakarsın ki başka bir aşkın kollarındasındır. Aslında bazen en iyisinin bu olduğu fikrindeyim çünkü bir aşkı ancak başka bir aşk unutturabilir diye düşünüyorum. Zaten şunu da çok iyi biliyorum ki biten aşkın ardından uzun süre yalnız kalındığı takdirde hayatına demir prangaları örülüyor. Bir süre eski aşkı unutmak yeni aşklara alışılmak istenir sonra kafa dinleme faslı başlar sonra Ali yakışıklı değildir, Ahmet’in maddi durumu pek iyi değildir, Mehmet kaprislidir, Vedat çok geveze patavatsız çekilmez biridir diye devam eder yüzlerce bahanelerle kimse beğenilmez. Artık yalnız kalmaktan hiçbirşey hissetmeden yaşamaktan duygular bile tembelleşmeye başlamıştır.” Sevgilisiz hayat ohh mis gibi ne rahat” moduna giriliyor.

İşte işin en kötü yanı burada başlar. Bu süreden sonra “Yalnızlığa alışmak” başlar. Hiçbir ses hiçbir sima hiçbir ten o aradığı yeniden sevebileceği kişi değildir. Hep bir beklemek vardır hep bir beklemek.

Oysa gerçekten hep birini bekleyiştir yalnızlık..!!

Bende Alıştım..!

Ey aşk sen insana neler yapar neler yaptırırsın. Âşık mısın demeyin hayır değilim ama oldum. Önce âşık oldum sonra sevdim sonra alıştım. Rutin aşk sendromlarını yaşadım kısacası. Bir insana ne kadar alışırsan alış adı sadece alışkanlık değil onu sevmek oluyor. Ama birisine alışmak sonrasında olumsuz sorunlar ve sonuçlar yaşamak gerçekten kötü oluyor. Kimimiz bir ilişkiye başlarken öylesine başlarız hiç bir şey hissetmeyiz. Sonrasında bir bakarız ki aşık olmuşuz. Aklımız başımızdan gider, her gün bayram olur. En olumsuz olaylarda bile bir pozitiflik buluruz. Annemizi babamızı arkadaşlarımızı daha da çok severiz. Aşk eşittir mutluluk olur. Mutluluk eşittir pozitiflik yani.
Aşık olduğumuz, uğrunda belki de bir çok şeyi göze alabildiğimiz kişiyle, bir süre sonra bugüne kadar hiç kimsenin açıklayamadığı bir şekilde aşkınızı yitiriyor. Aşk ile başlayan ilişkiniz sevgiye dönüşüyor.Onu gerçekten çok sevebiliyor yine uğrunda bir çok şeyi yapabiliyorsunuz. Fakat bir zaman sonra her olumsuzluğa önce tripler atıyorsunuz bağırıp çağırıyoruz ve sonunda” aman bee bıktım artık” diyerek kabulleniyoruz. Zaten sonrasında siz istesenizde istemeseniz de bütün olumsuzluklar artık yakanızdadır. İşte bu bıkkınlıkların sonunda, sevginiz içinizde kök salıyor ve bağımlılık alışkanlık yapıyor. Onsuz bir dünyanın yaşanılmayacağını çekilmeyeceğini gün içerisinde başkasının bizi aramayacağını geceleri uyurken sesini duyamayacağınızı, artık kimseyi sevemeyeceğinizi düşünür ve harap bitap olursunuz. İşin aslı şudur ona sadece alışmışsındır. Birgün bir bakarsın zamanında hiç hoşlanmadığın şeyleri “keşke olsa da yapsa” diyerek mırıldanıyorsundur.

“Ah hayatım bitti ben onsuz nasıl yaşarım”
“Bundan sonra kimseyi sevemem”
“Kalbimin kapılarını kapattım”
“Erkeklerden nefret ediyorum”

Diye başlayan her cümlede hayat size son’muş gibi gelse de öyle değildir. Hayat devam edecektir. Yine aynı havayı soluyacaksınızdır. Sonra bir başkası gelecektir hayatınıza bu sefer belki âşık olmayacaksınız ama onuda sevip ona da alışabileceksinizdir.

Aşkta hayatta alışkanlıklarınızdan ibaret olduğunun belki farkına varmıyorsunuz ama maalesef ki gerçek budur. İnsanlara alışıyoruz ve onlarsız yaşayamayacağız gibi geliyor. Eski aşkımdan ayrılırken bende aynen bu sözleri söylemiştim. Tamam, belki sarsıldım belki ağladım ama bakın buralara yazı yazabilecek kadar iyiyim. Ya da düşünsenize anneniz babanız aileniz bekâr bir hayat sürerken onlardan da ayrılamayacakmışsınız gibi gelir. Yine bir gün bir bakarsınız ki evlenmişsiniz ve eşinize alışmışsınızdır. Alışkanlıklarımız bizlerin elinde mi yoksa tamamen içgüdüsel ve istem dışı bir şey midir onu bilemiyorum ama sonuç olarak hepimiz her şeye rağmen hayattayız.

Ve ben diyorum ki;

“Nefes alışlarınız bile sizin elinizde değilken hayatın ve yaşamanın tadını çıkarın.”

10 Haziran 2009 Çarşamba

Pis Kan..!!

Bugünlerde hayattan ne gibi dersler çıkarmalıyız bilemiyorum gerçekten. Artık insanların ruh sağlığının olmadığının kesin kanısındayım. İnsanlara güvenememek sözünü artık kesinlikle doğruluyor ve inanıyorum.
İşin aslına bakarsanız acınacak durumdayız. En yakınına en sevdiğine en güvendiğine kısacası kimseye güvenemiyorsun. Geçtiğimiz günlerde, günler dediğim bugün itibariyle 93.gününe giren kafası koparılarak çöp koyteynerına atılan Münevver kardeşimize hangi psikolojiyle bu katliamın yapıldığını düşünmek bile tüylerimi ürpertiyor. Hangi psikolojidir ki insanı bu denli bir noktaya getirir ve canlı canlı bir insanın kafasını kesebilir. “Eh be adam diyorum sen nasıl yapabildin bunu”

Düşünün ki; Kurban bayramında kestiğiniz bir koyunun kafasından bile ne kadar kan akıyor ve ortalık iki dakika içinde nasıl kan gölü oluyor. Bir insan bunu nasıl yapabilir. Türlü türlü hikâyeler anlatılıyor bu konu ile ilgili bende her gün merakla takip ediyorum konuyu sonunun ne olacağını bilmeden izliyorum akşam haberlerini. Peki, yaa münevver onun sucu neydi_? Sevgilim dediği seviyorum dediği belki de günün yarısını beraber geçirdiği insana güvenmeyipte ne yapacaktı_? Belli ki münevverin tek sucu buydu ne dersiniz sizce de bu olabilir mi_?Sonra kendi çocuğu öldü diye kimsenin çocuğunun olmasını istemeyen bir psikolojinin küçücük bir çocuğun boğularak öldürülüp sonrada sobada yakılmasına ne demeli_? Öldürdüğü çocuğun ailesi ile günlerce sözde kayıp çocuğu arayan gayet rahat bir şekilde ulusal kanallarda boy gösterip röportaj veren bir insanın bu rahatlığı nereden aldığı ruh sağlığının ne kadar yerinde olduğunu küçücük bir bedeni nasıl nefessiz bırakıp sonrada sobaya atıp yaktığını tartışmak istemiyorum bile.

Neyse acınacak durumumuz şu ki; Bütün bu olaylar sonrasında ailemizin en ufak ferdi olan kuzenim henüz ilkokul 3’e gidiyor. Haberleri izlediğimiz bu zamanlardan birisinde yanımızda bulunan kuzenimi annem büyüttüğü için çekti kolundan oturtturdu kucağına “bak kızım görüyor musun artık kimseye güvenilmiyor komşunun oğluna, ablanın arkadaşlarına abinin arkadaşlarına kimseye güvenme kuzenin bile olsa kimseye güvenme tamam mı kızım” dediği anda ufaklığın verdiği tepki resmen tüylerimi ürpertti. “Ama anne onlara da mı güvenmicem” Burada onlar dediği kuzenlerimiz oluyor. Küçücük beynin verdiği tepki budur. Çünkü daha düne kadar kuzenler kardeşti onlar güvenilirdi. Bunu annem tabi ki laf olsun diye söyledi kimseye güvenmemesi gerektiğini anlaması için söyledi. Ama önemli olan o tepkiydi. Çünkü normal olan onlara güvenmek abi bilmek kardeş bilmek. Yıllardan beri kuzenlerimiz bizlerin kardeşleri oldu. Ne zaman ki kuzen kuzenine, dayı yeğenine, baba kızına tecavüz eder oldu işte o zaman olaylar koptu. Ailevi ve genel değerlerini koruyanları elbette ki bu yazıdan dışlayarak yazıyorum kaldı ki ben burada sadece acınacak durumumuz anlatmaya çalışıyorum. Belkide biraz da öfkemden beceremedim ama en azından anlatmaya çalıştım umarım az da olsa anlaşılmışımdır.

Demek ki ne yapıyoruz_?

Komşuya güvenmiyoruz, sevgiliye güvenmiyoruz, dayıya güvenmiyoruz, kuzene güvenmiyoruz, hatta kardeşe BİLE güvenmiyoruz. Ee kime güvenaceğiz. Kimseye güvenemeyeceksek illa yüksek bir binanın tepesine mi çıkıcaz.
Ne anlamı var ki böyle yaşamanın işte öylesine gibi birşey..!!

İç Sesim..!!

Ben neden hep haklı çıkıyorum” diye sordum. Dalga mı geçiyorsun kızım sen neden haklı çıkasın ki. Haklı çıktığında yenilirsin o senin bitişindir zaten dedi. Eğer her zaman “haklısın aşkım” “haklısın dostum” “haklısın arkadaşım” gibi cümleler duyuyorsun.. Bu sözleri kullanan kişiler hala hayatındalar. Ve sen hayatın boyunca hep haklı çıkmak zorunda kalacaksın.
Sorduğum kısacık bir soruya uzunca kurduğu cümleleri devam etti.

“Kimse senin doğruculuğunun ya da gerçekçiliğinin çetelesini tutup “ya bu kız kaç kez söyledi yine haklıymış” demiyor. Zira dese bile hayatında olmaya devam ediyor ve buna sen izin veriyorsun. Herkes ikinci bir şans hak edebilir. Evet, belki üçüncüyü de hak edebilir. Ama sen neyi hak ediyorsun farkında mısın_?

Sadece “haklısın”

Hayatının bazı dönemlerinde kişilere çok defa haklar sundun giden gitti sen bırakmadın her dönüşte bir umut bekledin. Bırak ikinciyi üçüncüyü defalarca şans verdin. Peki, ne oldu? Hiçbir şey kendini üzüp kendini yıpratmaktan başka hiçbir şey olmadı.

İnsanlara bazı şeyleri yakıştıramadın dönüp “hayır olmaz o bana yapmaz” dedin. Dostum dedin canım dedin dostuna aşkına da defalarca şans verdin. Sonrasında gördüklerin ve görmediklerin tokat gibi çarptı yüzüne defalarca. Peki, ne oldu? Hiçbir şey yine kendini üzüp kendini yıpratmaktan başka hiçbir şey olmadı.

Aşklarında, dostlarında, arkadaşlarında sana hep “haklısın” deyip durdu. Evet, haklısın gerçekten ama neden hep sen haklı çıkıyorsun ki bence sen hiç haklı çıkmamalısın çünkü gerçekten sana yapılanları hak ediyorsun. Fazla iyi niyetin ve olumlu düşüncelerin seni kurban olmaya mecbur bırakıyor. Biraz kötü olsana bir de öyle dene bakalım nasıl olacak”

Sadece tek bir soru sordum ama iç sesimle konuşmayalı baya olduğu için o da bana içindekileri söyledi. Hem o hem ben rahatladık.

Teşekkürler iç sesim…!!

1 Mayıs 2009 Cuma

Hayat Devam Ediyor..

Hayat ellerinin arasından giderken insan bir çare bulamaz kimi zaman. Öylece beklemek, öylece izlemek ne kadar acıtır insanın canını. Sadece yaşayan bilir.
Vurdumduymaz hayatın acımasızlığı vurdu bu kez.
En derin yerinden yakaladı. İliklerime kadar hissettirdi kendisini.

*********************

Aylarca hatta yıllarca savaşılan ve sonu gelene kadar bitmeyeceğini bildiğimiz o mücadelenin son üç ayı en acı vereniydi.
Bitmek tükenmek bilmeyen kan alımları tranbosit kan takviyeleri. Manken seçer gibi 1,70 boyunda 75 kilo özelliklerde olan kişileri bulmak, bulmakla yetinmemek her kişide acaba damarlarda sorun çıkaracak mı ya da göründüğü gibi yapılı olsa da kan değerleri uyacak mı şeklinde tedirginlikler. Bu şekilde dakikaların saatler gibi uzaması, gece yatmadan “yarın kan lazım olabilir” ya da “yarın kan istemezler verdikleri kan iki gün gider, ertesi gün kimi ayarlıcağız kan verecek kim var” diyerek uyumak.
Sabah gözümüzü açmakla birlikte kan bulabilme derdine düşmek. Çok az insanın bildiği tranbosit kanı (kırmızı kan) insan vücudu kendisi üretiyormuş. Biyolojideki alyuvar adı verilen mesele yani.
Bulunması kolay olmayan bir şey işte ama manken gibi adamlar lazım.

**********************

Aksilikler hazırlanmış gibi olur hep. Bir sorun olduğu zaman her sorun üzerine gelir.
Tranbosit kan makinesinin aparatlarının bitmesi bütün olanların ve olacakların habercisiydi. Bütün çevre iller ve ilçeleri tarandı. İstediğimiz sadece 2 ünite beyaz kandı. Belki 30 belki de 50 kan merkezi arandı. Bir o kadar da araştırma hastaneleri üniversiteler arandı. Türkiye şartlarında insanların hayatları o kadar ucuz ki hasta doktorun önünde ölüm savaşı verse bile;
“Hastanemizin şartları böyle, hasta ölebilir bir şey yapamam” diyebilecek kapasitede doktorlarımız var. (Mesleğini gerekti gibi yapan doktorları buradan çıkarıyorum. )
Hastaneyi aradığınız zaman “hastam ölmek üzere hastaneye yatış yap” diyorsunuz doktorun cevabı “ Biz başka hastanede tedavi gören hastayı hastanemize yatıramayız” oluyor.
Peki, kardeşim sorarım sana “Ne yapalım yani hastayı yeniden kanser hastası yapıp yeni teşhismi kattıralım. Bu mudur yani sizin Hipokrat yemininiz, bu mudur hasta haklarımız, bu mudur?
Zaten kim tutuyor ki yeminini sizde tutmasanız olur artık..!

****************

“Bunlar yalancı kızım, hatta eminim ki ameliyatı mı doktor yapmamıştır.Yoksa 10 saat prostat ameliyatımı olur.” O zaman sana “saçmalama baba olur mu öyle şey” demiştim. Evet oluyormuş gerçekten o hastanede doktorlar yapmıyormuş ameliyatları asistanlara senin gibi masum insanları kobay olarak veriyorlarmış. Haa bunları duysaydın bana “Burası Türkiye ben biliyorum da konuşuyorum konuştummu da konuştu diyorsunuz. Görün işte derdin” Haklıymışsın gerçekten çok haklıymışsın. Evet, burası Türkiye babacım ve insan canının hiçbir kıymeti yok.

*****************

Sen giderken bu diyardan mümkün olduğunca ağlamadım. Çünkü biliyordum ki; bir yerlerdesin ve beni görüyorsun. Ağladığımı gördüğün zaman üzülürdün Sen görmeyesin üzülmeyesin diye içime ağladım. “Benim kızım erkek gibi güçlüdür ona bir şey olmaz” diyişin kulaklarımda hâlâ hiç gitmiyor ki zaten. Her sözün beynime işlemiş halbuki yeni fark ediyorum bazı şeyleri. Sevgi gösterme özürlü olan ben şimdi o kadar pişmanım ki sadece bir gün öncesinde sarılıp öpüşümdü ilk ve son öpüşüm. Bilincin yerinde değildi ama belki hissettin belki de hiç bilmedin. İçimdeki o kadar sevgiye rağmen nasıl böyle bir eşeklik yapıp sevgimi göstermeyi hep erteledim bilmiyorum ama bizler değil miyiz zaten ancak kaybedince anlayan nankör insanlar. Şimdi hep söylenen sözleri söyleyeceğim belki ama yaşamadan anlayın ve değerini bilin. Bilin ki anlaşamasanız da tartışsanız da bazen, Hiçbir şey onun “Orada” olduğunu bilmenin verdiği sıcaklık, güven ve güç gibi değil. Yokluğunu hissettiğiniz zaman kocaman bir dağ yıkılıyor sanki. Hiçbir sevgi onun ki gibi değil. Hiçbir ses onun sesi hiçbir koku onun kokusu gibi değil. Hiçbir güç onun verdiği gücü veremez. Yerine hiçbir şeyi koyamazsınız. Ardında bıraktığı o kocaman boşluğu dolduramazsınız.


****************


Hayat; gerçeğini şartlar ne olursa olsun yeri ve zamanı gelince çok güzel bir şekilde gösteriyor.
Biz aksiliklerin bahaneleri ile Allahın takdir gördüğü günü acısıyla yaşadık ve gördük. Kanser denilen o illetin vücudunun iliklerinde olduğunu bile bile, birgün biteceği ve asla geçmeyeceğini bile bile. Hatta ve hatta son nefeslerini aldığını bilirken bile “acaba” demenin acısını yaşadık.
Gitmeden Birgün Önce Demiştin ya Hani Bana, “Hayat devam Ediyor Kızım” diye. Evet hayat Devam Ediyor Ama sensiz Çok Zor be BABA… MEKANIN CENNET OLSUN

Evlilik

Bana göre evlilik; olağan bir süreç gibi görünmüyor, genelde hayata bakış açımda kesin yargılar olmadığı gibi evlilikte de katı ve aşılmaz yargılara sahip değilim. Bu tavırlarım sayesinde hem kendimi hem etrafımdakileri rahat buluyorum. Detaylarda boğulmadan genel resmi görebilmem sayesinde başkaları için kâbus haline dönüşen birçok durum benim için mantıklı kararlarla aşılabilecek geçici dönemler haline geliyor. Kısacası eğer evlilik yolunda bir adım atmaya karar vermişseniz hayatınızı birleştireceğiniz doğru kişiyi bulmuşsunuz demektir ve geriye kalan ayrıntıların bir önemi yoktur.
Evlilik denildiği zaman belki tekrardan düşünmek mantıklı olacaktır. Ama sonuç olarak doğru kişi ve doğru yerde iseniz sorun yoktur.

Hayatınızdaki insan tüm verileriyle sizin için doğru kişi tanımına uygunsa. Onunla birlikteyken ne kadar huzurlu ve mutluysanız, o da aynı oranda sizinle olmaktan dolayı bir o kadar mutlu olmalı diye düşünüyor olmalısınız. Her şeyden önce bir aradayken adeta etrafa güzel bir enerji yayıyor olmalısınız. İlişkinizi çıkmazlara sürükleyecek tepkilerden kaçınıp ve yarattığınız bu huzur ortamında birbirinizin hayatlarına artı değer katıyor olmanız gerekmektedir. Hem sizin hem sevgilinizin açısından birbirinize olan tavrınız ne kadar önemliyse diğer insanlarla olan ilişkileriniz de bir o kadar önemlidir. En eğlencesiz olan durumları bile eğlenceye çevirebiliyorsanız. Bunları da eğer karşınızdaki insanla yapabiliyorsanız veya yapacağınıza inanıyorsanız. İşte o kişi evlenebileceğiniz kişidir. Doğru bir ilişki kurmak için sevgi saygı ve sadakati unutmadan uzunca bir yola girileceğinin ne kadar zor bir karar olduğunun ve en sağlıklı kararın verilmesi gerektiğinin farkında olmalısınız. Artık “ben veya “sen” olmaktan çıkıp “biz” olmaya adım attığınız ve iyi günde kötü günde diye başlayan o güzelim soruya “evet” demeye karar verdiyseniz.Birinci adımı atmışsınız demektir.Hayatta ve evlilikte en önemli olan şeyin “konuşma sanatının” asla eksik olmaması gerektiğini unutmayalım lütfen.

19 Nisan 2009 Pazar

Babamı yolcu ettik sonsuz huzurlu ve bir daha dönmemek üzere gitti..!! Ona sarılamamak doyasıya öpememek kötü oluyor gittikten sonra.Özlemek diyorum özlemek...

Ve çok özlüyorum çok..

Sanki hiç gitmemiş gibi sanki hiç bitmemiş gibi.

Sanki hâla hastanedeymiş gibi ve her günümüz olağan gibi geçiyor..

15 Mart 2009 Pazar

Onu tanıyalı neredeyse 5-6 sene olacak sanırım.O bana aşık değil.Ama herşeye ragmen seviyor beni.Eski sevgili mi biliyorkende seviyordu.Öncesinde de seviyordu eski sevgilimle beraberkende seviyordu sonrasındada sevmeye devam etti.Eşşekliğin en büyüğü bende.Kalktım bide ona en yakın arkadaşım sıfatını taktım.O da bu en yakın arkadaşlık sıfatının gerekliliklerini yerine getirdi.Sevgilimden ayrıldıgımda mutsuz oldugumda hep yanımda idi. Hemde hiç sesini çıkarmadan yıllarca bu görevi sürdürdü.Sonra gün geldi o aşkından öldüğüm adam "bizi" bitirdi.Ve ben yine eşşekliğime eşşeklik kattım.Onunda içindeki aşk yeniden alevlendi. Haa zaten artık rutin bir çıkma muhabbettimiz olmadan direk konuya girdi arkadaş.Benimle evlenir misin_?

Hayır evlenemem.Çünkü ben hala eski aşkımı seviyorum.Yada bilmiyorum seviyor muyum..Tabii ki seviyorum..Yok ama yaa sevmiyorum.Herhalde sevsem...neyse kapatalım bu konuyu.
İyi güzel hoş arkadaşım da sen benim ruhumu sıkıyorsun.Tamam senide seviyorum ama seviyorum yanii.. Heee bide benim zaten yeterli derecede sıkıntım, stresim ve yorgunlugum var.Üstüme gelme canım sende..

Bide işyerinden sıkıntılarım var.. Yeni gelen ürünlerin eğitimleri.Yok ikili çalışmalar yok potansiyel yerler.Yok pozitif düşünce yok erken teşhis kolon kanseri filan filan..Kanser demeyin bana kimse kanserden kurtluş varda demesin zatenn.. Yok yani okadar.. Bir haftadır kafam beynim birbirine girmişken birde sen gelme üzerime yaa.Tamam görüşemiyoruz tamam özlemişsin anlıyorum ama öyle hergün hergün arayıp saat başı mesaj atarak dar ruhumu iyice daraltma yaaa.

Haaa son zamanlarda yaptığım en güzel şey.Bugün gitttiğim "Güneşi gördüm" filmini izlemekti.Sanatsal aksaklıkları saymazsak gerçekten takdire şayan bir filmdi.Ve sevgili arkadaşımın bana eşlik etmesi farklı bir keyifti.. Tabii arada o sevgili arkadaşıma da gıcık oldum.orasıda apayrı bir mesele.. :)

5 Mart 2009 Perşembe

İdeal mi _?

Erkekler üzerine yazdığım yazı sonrasında benden birazdan yazdıklarımı duymak belki çelişki yaratacak ama benim zaten kendimle çelişkilerim var. Ya da bir taraftan bakınca diğer tarafı diğer taraftan bakınca öteki tarafı haklı görebiliyorum.Bu kez farklı bir açıdan bakıcağım…
Sabah kuşağı proğramlarında izliyoruz ki erkekler tarafından kaba kuvvete maruz kalan kadınlar hep ağlamaklı hep hüzünlü hep acılıdır.Kimse kimseye durduk yere şiddet uygulamaz.Belki bu kez beni şiddet yanlısı biri olarak ilan edebilirsiniz. Ama hayır.
Öyle insanlar ya da öyle kadınlar vardır ki; insanı çileden çıkarır erkek istemese de şiddete başvurmak zorunda kalır. Bu televizyon programlarını düşünürsek hayat hiç iyi gitmiyor gibi gözükebilir. Ama eğer insanların kalabalık oldukları halk tabiriyle çarşı’da dolaşırsanız bir sürü sevgiliyi elele dolaşırken görürüsünüz. Hiç de birbirleriyle zorla birlikte oluyorlarmış gibi görünmüyorlar; herkes memnun.

Demek ki herkes kendi keyfini düşünüyor, şikâyet eden de etmeyen de. Ya da kaç tane kadın ya da erkek "eyvah bu kadın ya da adam kötü yola düşmüş" diye geceleri uyuyamıyor? Ya da kaç kişi bunu üzerine alınıyor? Demek ki birinin kötü yola düşmesi geneli etkilemiyor; demek ki bu tür ilişkiler tamamen bireysel boyutta....
Hayat mütevazidir.
Ayın ne zaman çıkacağı hangi evreleri geçireceği, güneşin batışı, doğuşu, insanın yaş alması, yaşlanması, ve bir yıpranmaya maruz kalması bellidir. Fakat insan bence aynı şekilde mütevazi değildir. İnsanlar "gösteriş" yapmaktadırlar. Bu gösterişli tavırların sonucu olarak kadın ve erkeğin arasındaki ilişkiler ve cinsellik "olağanüstü" birşey gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.
Halbuki boşanan birçok çiftin fiziksel durumları oldukça yerindedir. Demek oluyor ki kafa yapısı, benzer fikirleri paylaşma, hayat görüşü, eğitim düzeyi ve inançlar evliliklerin yürüyüp yürümemesinde etkin rol oynamaktadır.
Hal böyle olunca yukarıda da belirttiğim gibi toplumun bireyleri birlikte yaşamayı "konuşmayı" paylaşmayı başarabilirse herkes ideal eşini bulmaya yaklaşabilir. Yani kısaca bütün erkeklerle "konuşabilmeliyim" ki içlerinden en ideal eşimi seçebileyim diyorum ben.

Şimdilik seviyorum

Kendini bilmez bazen sözlerim kimi zaman aşık cümleler kimi zaman isyankar sana.
Ne gelişlerin geliş ne gidişlerin gidiş.
Öyle zamanlar da geldin ki tam sana ihtiyacım varken öyle zamanlarda gittin ki tam sana ihtiyacım varken.
Ne gelişini anladım ne gidişini.
Artık git. Yüreğimden siliyorum seni. Hemde bu defterden.
Şimdi sensizlik zamanı yüreğimin.
Son gelişin vardı yaa hani. Tam alışmışken sensizliğe, gidişini kabullenmişken.
Ve tam sana ihtiyacım varken git diyemedim o yüzden.
Bu kez farklı sanmıştım, bu kez gerçekten kalbinin seni bana getirdiğine inanmıştım. Mutluluğumun kısa süreceğini düşünmedim dersem yalan söylemiş olurum. Aslında biliyordum, birgün yine gideceğini. Ama bu kadar erken düşünmemiştim.
Yine de alışmam, varlığını hissetmem uzun sürmedi. Yine yenildim sana. Sana ve kalbime.
Olsun varsın aşk yensin beni. Zaten bir tek ona hayır diyemedim bugüne kadar. Ne geldiyse başıma ondan geldi ya.!
Ama merak etme.
Bazen sensiz olmak daha iyi geliyor bana.
Seni daha fazla düşünüyorum bana yaptıklarını.
Çektiğim acının tarifini daha iyi anlıyorum. En zamansız anlarımda çekip gitmelerinin bana bıraktığı tortuları siliyorum.
Seni severkende başka bir aşkın enkazlarındaydım. Şimdi de senin enkazını temizleyecek bir kalp lazım bana.
Peki yaa kalbim. Kalbim sevecek mi acaba?
Senden sonra alışabilecekmi başka bir tene. Dudakları sende ki sıcaklığı verecek mi bana. Yok yok sanırım ben seviyorum seni. Sen olmasan da seveceğimi biliyorum.
Bir gün elbet bitecek sevgim ama şimdi şimdilik seviyorum seni.

2 Mart 2009 Pazartesi

Offf yaa bu haftasonları ne kadar çabuk geçiyor. Hayatımın en stresli ve en kavgalı toplantısı geçirdim ve bütün cumartesi günüm rezil oldu.Akşam 4de bitti yaa toplantı sözde toplantı yani adı şşık dursun diye toplantı diyorlar toplantı demek için 1000 şahit az olur yani o derece. Hakkımı yedirtmem abi isterse kralı gelsin yedirtmem hakkımı söke söke alırm valla. Sen kalk müdürü kafala hakkından fazlasını iste ulan önceki haklarımı öde sonra iste hakkını..Neyse sonuç olarak aldım hakkımı :)

Bide bu kız beni deli ediyor yaa zaten ota b.ka güülüyor uyuz oluyorum..Kavga ederken bile gülüyor kızz yaa kalkıp gırtlaklasam kılım kıpırdamaz valla. Bide bizi gaza getiriyor aklı sıra raporlarımızı aynı yazıcaz.Yazarmıyım bee hiç Sen yazda postalasınlar bi seni görim :)

28 Şubat 2009 Cumartesi

Hastane köşesinde..

Zıçtığımın hastanesinde ne arıyorsam diyrm bu saatte ama mecburum babam burada çünkü bende olmak zorndayım yarın haftasonu toplantı var bombok birşey yaa.. Sanki b.k var anasını satem iki haftaya bir aynı şeyler çok sıkıldım valla.Ama onada el mecbur katlanıyoruz işte napalım ekmek parası.Babam yatıyor teyzemde gözlerini dinlendiriyor sanırım uyumasın zaten normal şartlarda uyku ilaçlarıyla bile uyuyamıyorken bugünde uyumasın yane.Gerçi uyusun yaa uyumasan nolucak ki..Yarın toplantı var sonra öglen hastaneye gelicem tekrar.Sonra randevum var.Puff ya haftasonlarınında keyfi çıkmıyor artık.. Yarın hiç susmayan ve ota b.ka gülen diğer iş arkadaşımda katılacaklar toplantıya.Hemide sabahın köründe. Çok sıkıcısınız çok.. :(

16 Şubat 2009 Pazartesi

Kadın Eşit(mi)dir Erkek

Bangır bangır “Biz eşitiz” yada “Eşitlik” diye bağıran bayanlara aklım ermiyor.
Hayır eşit değilsiniz.
Yani değiliz ve olamayız da. İtiraz hakkınız var tabii ki ama önce bir dinleyin.
Öncelikle ikili ilişkilerden bahsedeyim.
Biz onlar kadar özverisiz değiliz.Biz onlar kadar sorumsuz değiliz.Biz onlar kadar ilgisiz kalamıyoruz..Biz cinselliği onlar kadar ön planda tutmuyoruz.Biz cinsellikten onlar kadar keyif alamıyoruz.Bizim beynimizin %60’ı cinselliğe çalışmıyor.Biz onları gördüğümüzde aklımıza ilk olarak cinsellik gelmiyor.Biz olaylara onlar kadar tepkisiz kalamıyoruz.Biz konu uzamasın diye hiçbir şey olmamış gibi devam edemiyoruz.
Bizler ilişkilerimiz için elimizden gelenden çok daha fazlasını yapabilecek kadar özverili davranıyoruz. Kimisi arkadaşlarından kimisi dostlarından kimisi ailesinden bile vazgeçebiliyor.( Bu aile meselesi kesinlikle saçmalık benim için o kadar da aptal olunmaz..!! )
Bizler ilişkimiz için neler yapabiliriz diye düşünebiliyoruz. Ona karşı ilgili sorumlu alakalı duygusal olabiliyoruz. Ama onlar fazla ilginin kadınları şımarttığını düşünüyor. (Bazen haklı çıkabiliyorlar..!! )
Biz bir ilişki körü körüne bittiğinde sessiz kalabiliyoruz.
Biz yaşanan sorunlar sonrasında karşı tarafın rahatlığından dolayı sinir küpü olur çatacak yer ararız. Ama onlar olayı uzatmamak adına konuyu kapatıp hiçbir şey yokmuş gibi devam edebilirler. Biz sevgilimizle buluştuğumuz anda ona sarılmak, onu hissetmek istiyoruz. Aklımıza beklide en son gelecek olan şey cinselliktir.
Bizler “Aman sevgilim başka kızlarda, ya da farklı ortamlarda cinselliği aramasın.” diye kendimizden bile taviz verebilecek kapasitedeyiz.( Buda saçma ama yapanlar var..!! )
Bizler cinselliği yaşarken şehvet ve zevki onlar kadar hızlı yaşamıyoruz. Haa mevzu cinsellikte alınan zevke gelirse erkeklerden kat kat fazla yaşanılıyordur.
Neyse konumuza dönelim.
Bizler akıllarımızın %60’ını duygusal düşüncelerle süslerken onlar beyinlerini %60’ını cinsellikle süsler bizlerle geçirecekleri zevkli saatlerin hayallerini kurarlar.
Bizler hafta sonu veya tatillerimizi nasıl geçireceğimiz konusunda planlar yaparız. Onlar ise, pijama terlik televizyon (Halk dilinde buna PTT deniyor) modunda evde kalıp uzanarak keyif yapmak isterler.
Biz alışverişe en kötüsü vitrin bakmaya bayılırız.(Kendimi dışlıyorum.) Onlar uff puff diye mızmızlanırlar.
Onlar sevgilileri ile bulaşacakları zaman görüşmeye yarım saat kala ellerine bulduklarını geçirir ya da önemsemeden bir gömlek bir jean’le buluşmaya gelebilirler. Ama bizler kimi zaman 5 tane kıyafet değiştirebilir, güzel görünmek için makyaj kutusuna dönebiliriz.
Onlar için bizim dış görünüşümüz ve giyim tarzımız önemlidir ama bizler onların kıyafetlerine dikkat etsek bile çok nadir yorumlarda buluruz. Sevgililerimiz ile ya da erkek arkadaşlarımızla buluştuğumuz zamanlarda hesabı hep onlar öderler biz her ne kadar elimizi cebimize atsak da hesabı ödemeyi istemeyiz.
Duygularımızı bile farklı yaşar acılarımızı bile farklı hisseder özlemlerimizi bile farklı gösterir sevgimizi bile farklı ifade ederiz. Farklıyız değil mi eşitliklerimiz elbette vardır. Ama yok denebilecek kadar az.
Şimdi hala eşitlik mi diyorsunuz. Tüm bunları göz önüne alarak eşitiz mi diyorsunuz. Bence tek bir gerçekte buluşalım. Biz erkeklerle eşit değiliz.

29 Ocak 2009 Perşembe

Dost mu_? Arkadaş mı_?

Benim için arkadaş ve “dost” kavramları çok kutsal kavramlar. Her ne kadar anlamları farklı olsa da ikisi de özel ve değerlidir. Önüme gelen herkesle arkadaş olmam, olamam.
Hayatıma girecek olan insan adeta düzinelerce sınavdan geçmelidir, dost sıfatını alabilmesi için paylaştığım şeyler artmalı ve hayli süre geçirmeliyimdir.
Bir zamanlar sevgili şimdi sevgisiz bir arkadaş bana “dostluk zamanla mı yoksa paylaşım mıdır_?” diye sormuştu. Kilitlenip cevap verememiştim ilk önce. Ama sonrasında düşündüm aslında pekte düşünmeye gerek yoktu. Sonuç olarak “zamana bağlı paylaşım” dedim.
Zamanın ilişkilerde mutlaka ki önemi vardır. Zamanlar paylaşırsınız zaten. Tanıştığımız herkes arkadaşımızdır...Zaten her gün birileriyle tanışmıyor muyuz.? Ama her tanıştığımız insana her şeyimizi anlatmıyoruz.
Anlatsak da anlarlar mı acaba_?
Ama dost dediğin sonuna kadar senledir. Senin her şeyini bilir çünkü zamanla hayatının bir parçası olur... Ona güvenmek ona inanmak. Özelini, güzelini, iyiyi, kötüyü, acını, tatlını paylaşabileceğin bir insanı tanımak asıl olandır.
Artık biraz farklı düşünmeye başladım.
Şuanda tekrar aynı soru ile karşılaşsam ne cevap verebilirim bilemiyorum. Çünkü artık biliyorum ki paylaşım ne kadar olursa olsun insanları tanıyamıyoruz. Arkadaşlıklarım ya da dostluklarım için geçen uzun süreçten sonra bir insana dost sıfatını yakıştırdığım zaman artık o insan için yapamayacağım şey yok gibidir. Dostlarım artık benim için kardeşten farksızdır ve en önemlisi çok büyük bir hadise olmazsa ömrünüzün sonuna kadar dostum olarak kalırlar.
Bu kadar ince, hassas ve özenli olmama rağmen bu konuda başarılı olduğumu söyleyemem.
Aldığım derslerle az sayıda ama öz nitelikte dostlarımla kendime dışarıdan insanların kolay kolay giremeyeceği adeta kurtarılmış bir bölge yarattığımı düşünüyorum.

Oradan Bakınca

Bir ortamda bir bayan veya bir erkek yalnız oturuyorlarsa kesinlikle sevgililerdir. Bunlar her ne kadar el ele göz göze ya da sarmaş dolaş olmasalar bile kesinlikle aralarında bir şeyler vardır. Bizim toplumumuz neden böyledir bilemiyorum. Özellikle kırsal kesimlerde yaşayan insanlarımızda fazlası ile görülen bu tip olaylar bazen felaketleri bile neden olabiliyor. Bir mahallede oturan bayan veya erkek kalabalık bir ortamda çarşıda ya da bir kafede otururken görüldükleri anda ortaya çıkabilecek tek fikir kesin sevgililerdir. Zaten aynı mahallede bir bayan ile bir erkeğin arkadaş olabilme ihtimali yoktur onlara göre. Oysa onlar orada sadece arkadaş olarak oturamazlar konuşamazlar dertleşemezler. Belki de tesadüfen oradalardır ve selamlaşıp birlikte oturmuşlardır.
Ama hayır bu toplum bizim toplumumuz bunlardan hiçbirisi olamaz. Kesin sevgililerdir diyerek sonucu ortaya katarlar. Sonra bu görüntü Ayşe Teyze ile paylaşılır sonra Ayşe Teyze Fatma Teyze’ye anlatır. Sonra Fatma Teyze kızın iyiliğini düşündüğünü düşünerek annesinin yanına gidip aslında sıradan bir arkadaşı ile kafede oturup sohbet ederken görülen kızımızın o an yanında olan arkadaşı ile sevgili olduklarını anlatır. Sonra anne babaya söyler. Baba kızına sert davranır. Derken, derken kötü sonuçlara neden olunabilir. Bunlar hep olağan şeylerdir aslında kimseye yabancı geleceğini sanmıyorum. (Ki geçtiğimiz hafta haber bültenlerinde buna benzer bir haberi hepimiz duyduk okuduk. Adamın biri porno videosunda gördüğü kadını karısı sanıyor ve gelip karısını hunharca öldürüyor. Sanki kendi yaptığı çok iyi bir şeymiş gibi karısını, hem de hiç haberi yokken öldürmekten çekinmiyor.)
Benzer bir konu sevgililer içinde geçerlidir. Bir ortamda sevgililer baş başa kalmışlar ise orada mutlaka cinsellik vardır. Özellikle üniversite zamanlarında iki sevgili evde yalnızlar ise yapabilecek tek şeyleri vardır o da cinselliktir. Zaten bu insanlar yalnızken sadece cinselliği paylaşabilirler. Oturup konuşup bir şeyleri paylaşamazlar. Ya da sadece birbirleri ile beraber olmaktan mutluluk duyarak film izleyemezler. İki sevgili ayrı oda da iselerde düşünülecek tek şeyde cinselliktir. Hadi itiraf edin bunu “sevgililer odadalar ve aklınıza onlar geldiğinde sadece cinsellikle ilgilendiklerini düşünüyorsunuz”.
Ya da sevgililer bir evden çıkıyorlarsa kesin o evde cinsellik geçmiştir fikri herkesin beyninde kocaman bir ışık olarak yanar yanar söner. Bu muhabbeti ya da ya da diyerek çok daha fazlasını söyleyerek uzatabilirim ama buna gerek yok. Düşündüklerinizi bende bazen düşünüyorum. Ama sonra kendimi katıyorum onların yerine ve sevgilimle yalnız kaldığım zamanlarda cinselliğin hiç düşünülmediği zamanların olduğunu hatırlıyorum.
Sadece oturduk. Sadece konuştuk, dertleştik, film izledik vs. vs.
Şimdi ben bunu burada söyleyince fikirleriniz değişmedi tabii ki ama en kötüsü böyle bir durumda aynı düşünceler aklınıza geldiğinde belki yanan o ışıkla beraber bu yazı aklınıza gelir ve kendinizi düşünürsünüz.

Görünen Köy

Kabul ettiğim zamanında yaptığım ve yapacağım bazı kaprisler, saçma sapan kıskançlıklar ve küçük dağları ben yarattım modunda gezmeler. Bir bayan olarak yapmaktan vazgeçemediğimiz şeylerdi. Yalnız bencillik olmasın ama gerçekten küçük dağları ben yaratmadım.
Devir gerçekten değiştiğinden mi bilmiyorum ama Türk kızlarımızda evrim değişimine uğramış olmalı. Artık kızlarımız sadece dış görünüşe bakıyorlar. Bir sitede okumuştum kızlarımızın erkekler üzerinde önem verdiği şeylerin sıralaması aşağıdan yukarıya doğru gidiyormuş. Ayakkabının markası, pantolonun markası, gömleğin ya da t-shirt’ün markası en sona beyin ve kalp değerlendiriliyormuş.
Bizim erkeklerimizin en çok muzdarip olduğu konu eminim ki, Türk kızlarının iki süslenip püslenip dışarı çıktıklarında kendileri o şehrin en güzel kızı sanmaları ve havalarından yanından geçerken rüzgâr estiriyor olmaları.
Kızlarımız nasıl paralı ve yakışıklı koca arıyorlarsa artık erkeklerde kariyer sahibi, başarılı kadınlarla, malı mülkü olan kadınlarla beraber olmak istiyor. Hırslı ve işteki istekleri daha yüksek bir kadın onların hayata daha iyi bakmalarını sağlıyor. Çalışmak istemeyen kadınlar erkeklere göre hayatın yükünü tek başına taşımalarına neden oluyor ve ilişkinin sonu ayrılık oluyor.
Eskiden fakir ama gururlu olmakla yetinen erkek ve kadın artık gelecek kaygısı yaşamamak için evi, arabası veya dünyada çakılı bir çivisi olmasını istiyor.
Kur’an'da kadın ve erkeğin eşit değerde olduğu vurgulanır. Tek üstünlüğün bireysel bazda olduğunun altı çizilir. Yani insanlar eşittir. Yine Kur'anda derki "Biz kadın ve erkeği yarattık, birbirlerini sevsinler diye" yani birbirlerinin eksikliklerini görüp birbirleriyle dalga geçsinler diye demiyor.
Kadınla erkek arasındaki ilişkiler sadece cinsellikle ilgili değildir. Ayrıca abla kardeş ya da ağabey kardeş ya da anne oğul, baba kız ya da kuzenler dayılar amcalar teyzeler diye gider... Bunu daha da genişletirsek yaşlılar gençler ve çocuklar olarak da söyleyebiliriz. Bana sorarsanız çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek, kısacası toplumun tüm bireyleri aynı ortamlarda yaşamalılardır. Bunun böyle olması sonucunda insanların birçoğunda birçok konu hakkında oluşan kafa karışıklığı çözülebilir.
Bütün bu söylediklerim bence kadın erkek ilişkileri için de geçerli; zira eğer toplumun tüm kesimleri bir arada barış içinde yaşamayı öğrenirse, bence her birey evleneceği eşini çok daha kolaylıkla seçebilir...
Evlilikler ile ilgili gerçek bir sonuç tespit eden Çukurova Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Tuncay Özgünen’in fikirlerinden alıntı bir haber kullanacağım.

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tuncay Özgünen, “Aşk hiçbir zaman erkek tarafından başlatılmaz, seçimi kadınlar yapar. Erkek, biyolojik olarak güzel olana yönelir” demiş.Prof. Dr. Tuncay Özgünen, Selçuk Üniversitesi tarafından Tıp Bayramı etkinlikleri kapsamında Meram Tıp Fakültesi’nde düzenlenen “Aşkın ve Sevginin Fizyolojisi” konulu konferansta bir konuşma yapmış. Aşk kavramının kadın ve erkekte ergenlik çağlarında başladığını, sevgi kavramının ise kişinin kendisini “ben kimim, neyim, neden dünyaya geldim” gibi sorularla tanımaya başladığı 5 yaş sürecinde ortaya çıktığını dile getirmiş.
Aşk dürtüsü başlarken 4 duyunun harekete geçtiğini söyleyen Özgünen, “Aşkın başlaması için ilk olarak karşımızdaki insanın kokusunun beynimizdeki aşk dürtülerini uyarması gerekiyor. Daha sonra sesini ve görüntüsünü beğendiğimiz kişiye dokunmak istiyoruz” demiş. Özgünen, kadının koku yolu ile karşısındaki erkeğin bağışıklık sistemi hakkında bilgi sahibi olduğunu dile getirerek, şunları söylemiş: “Eşler seçim yaparken kendi bağışıklık sisteminden çok daha farklı bir sisteme sahip olan kişilere yönelir. Bunun nedeni ise kadının doğacak çocuğunu daha gelişmiş bir bağışıklık sistemiyle dünyaya getirmek isteğidir. İlk olarak kokuyla başlayan sinyaller, daha sonra gözlerle kurulan iletişim, ses ve dokunma ile aşkı ortaya çıkarır. Bu nedenle aşk, hiçbir zaman erkek tarafından başlatılmaz, seçimi kadınlar yapar.” ( mış…! )

Kanserle Mücadele

Onunla mücadele diye bir şey yok aslında. Kişi ne kadar çabalarsa çabalasın kazanan hep o olacak. Hücrelere girerken de sinsi olan o değil midir? Belki bir gün kazara öğrenirsin nedensiz baş ağrısını, nedensiz mide ağrısını, göğüs ağrısının nedenini. Altüstü bir hücredir. Kocaman vücudunda herhangi bir yerde ufacık bir hücredir ama o ufacık hücre kim bilir kaç tane koca bedenleri deviriyordur. Şimdi artık neredeyse beş evden üçünde KANSER denen bu illet hastalıktan bulunmakta.
Küçümsemeyin küçük ağrılarınızı, küçümsemeyin küçük yaralarınızı.
Küçük şeyler denen aslında büyük şeyler. Hangi bedenlerde bitirdi umutları, hangi anneleri, hangi babaları genç yaştaki evlatlarının acısıyla yaktı.
Yada hangi evlat annesinin babasının ağrıları ile beraber kıvranmadı yatağında. Kaç kişi geceleri kapılarda sesini dinledi kaç kişi “ bugün acaba neresi ağrıyor diye düşünmedi?
Bu hastalık ile yaşayanlarla yaşamak zorunda kalan herkes bildi ki; en zor olanı bilerek yaşamak, yaşarken gülmek, gülerken içinden ağlamak, en zoru da olsa güçlü olmak gerekmekteydi.
Satırlarım kanserle sözde mücadele etmenin zorluğundan bahsetse de en zor olanı yapıyorum. Bende güçlüyü oynamak zorundayım. Kelimeler boğazımda düğümlenerek döküldü buralara. Kimse inkâr etmesin ki, insan hayatında anneler için erkek evlatlar, babalar için kız evlatlar, keza kız çocukları için babalar, erkek çocukları için anneler daha kıymetlidir. Mutlaka ki aileler evlatlarını aynı sevgi ile seviyorlardır. Kız erkek demeden gerektiğinde aynı acıyı ya da mutlulukları yaşıyorlardır. Ama bunlarda birer gerçek tabii ki.
Bende elbette ki annemi ve babamı çok seviyorum. Kız çocuklarında olduğu gibi bendeki baba sevgisi farklı bir sevgi ama sanırım sevgisini gösterme özürlü birisi olduğum için bugüne kadar ona olan sevgimi özel günlerde aldığım hediyelerin kenarlarına sıkıştırılmış ufak notlarda yazan minik “seni seviyorum” sözcüğünün dışında hiç söyledim.
Şimdi babam bu lanet hastalık kanser ile uğraşırken ben ona olan sevgimi yine sadece içimde yaşıyor ve yazarak ifade edebiliyorum.
Ve artık şunu da biliyorum.
Bir gün gelecek herkes odasına geçip uykusuna dalacak ve ertesi günü olduğunda çığlıklar duvarları tırmalayacak, hüsran kapıları yıkacak, umutlar tükenecek, günler hiç yaşanmamış olsun istenecek. Ama sessiz bir fırtına kopmuş olacak. Bunların bilincine varmış olmaktan olsa gerek geceleri uyuyamıyorum artık. Babamın nefes alışlarını dinliyorum. Acım çoğalıyor. Yavaş yavaş tükeniyorum.
Gözyaşlarım akıyor. İnsan annesini kaybedince duygularını, babasını kaybedince gücünü kaybediyormuş. Sanırım gücümü kaybediyorum. Allah’a sığınıyorum. Ve Dua ediyorum.

Aslında bu hafta klavyemde bunlar yazılmayacaktı. Ama ufakta olsa acımı yazarak hafifletmek, rahatlamak ve paylaşmak istedim.

Anı Yaşamak

Hayatımın en güzel günleriydi belki de üniversite yılları. Herkeste üniversite okuyor olmanın ve ilk defa orada olmanın heyecanı vardı oysa ben her zamanki gibi heyecansızdım ve sanki uzun zamandır gidiyormuşum gibi okulun kapısından giriyorum sınıfımı buluyorum. Ve içerde hiç ama hiç tanımadığım kişiler ve hiçbirinin siması bile tanıdık değil. Kimse sıcak gelmiyor ve çekiliyorum kuytu bir köşeye bekliyorum izliyorum geliyorum gidiyorum böylece geçiyor günler zamanla kimisi kankam oluyor. Sonra dil alışkanlığı oluyor bu kanka muhabbetleri. Sevgili şimdi sevgisiz sevgilim hoşlan masada bu durumdan seviyorum sohbetleri. Kimisi beni farklı buluyor bende onları farklı buluyorum aslında... Konuşmaya başlayınca özellikle Adanalı olduğumu öğrendiklerinde bir duraklıyorlar zaten. Bazı insanlarla anlaşıyorum sınıfta. Zamanla hepsinin siması tanıdık geliyor tabii ki ama bazısıyla konuşmuyorum bile kimisi çok havalı geliyor kimisi kendini beğenmiş kimisinin de tavrı beni sarmıyor. Çoğu gençlik lise yıllarında başlar sigaraya ben lisede bunu başarıyla atlattım ve ilk biramı üniversitede içtim..İnsanın sevgilisi olunca üniversite de daha bir mahrum yaşıyor galiba yada ben öyle yaşadım..Bir sürü kısıtlamalar aman “onu giyme sen bayansın yakıştığı gibi yaşa” aman “oraya gitme şöyle olur.” Diye bir sürü mesele ve daralmış bir alanla geçiriyorsun o güzelim günleri. Neyse ki son zamanlarda dar alanımı genişlettim. Artık rahat bir hayata kısa da olsa sığdırdım güzel anıları. Keyif verici ve unutulmaz binlerce anı anlatılmak ile bitmez. Ama en unutulmazlardan olanlarda Beşiktaş maçlarını izlemekti. Diğer takımlardaki kızlara küfür etmek ters ters bakmak keyif vericiydi. Benim unutmayacağım olanlardan bir tanesi bahar şenlikleri ve şebnem ferah’ın konserinden gece 1.De ayrılmak 10dk.yolu 1saatte gelmek dakikada bir elinden makine düşmeyen sevgili arkadaşımın objektiflerine yakalanmak ve gecenin 2.sinden sonra çırasız mangal yakmaya çalışmak yine bizim gibi örgenci komşularımızdan bir şişe kolonya bir şişe zippo ev arkadaşımızın bir şişe parfümünü bitirmemize rağmen yanmayan mangalı zavallı yine sevgili bir arkadaşımın zifiri karanlık olan yan inşaat binasından getirdiği küçük tahtalardan çıkan en ufacık bir alevle yakmayı başarmak... İşte tüm keyif bundaydı belki de hiç tanımadığın ama sonrasında can bildiğin insanlarla aynı havada nefes almak aynı ekmeği paylaşmaktı. Ve bir gün okul bitiyor.
İşte o zaman anlıyorsunuz o an konuşmadığınız veya kaynaşmadığınız arkadaşlarınızın değerini. Hayat insana öğretiyor, dostluğun arkadaşlığın kıymetini. Geri dönmek mümkün mü hayır değil tabi ki. Geri dönülmüyor ama her biri farklı yerlere dağılmış o arkadaşlarınızı bulabiliyorsunuz. Hem de teknolojinin nimetlerinden faydalanarak. Şimdi sanal âlemin en iyi icatlarından biri olan facebook’da boşa geçirdiğimi düşündüğüm, o günlerdeki sıcak ve sevimli insanları yeniden buluyorum. Ve yeniden bir kez daha kaynaşıyorum... Keşke hiç bitmeseydi demek geliyor insanın içinden ama “Mağlubiyetlerin takısı değil midir keşkeler”... Onun için “iyi ki” diyorum... İyi ki...

Kadın-Erkek

Herhangi bir kadın-erkek ilişkisinde erkek banka hesaplarını, evini, arabasını ve daha olası pek çok maddi varlıklarını vermekte; Kadının ise bütün bunların karşılığında, kazanmak için hiçbir çaba harcamak zorunda kalmamış olduğu kendi bedensel varlığını sunması yeterli olmaktadır.
Başka bir deyişle erkek hayatı boyunca çalışarak kazandığı tüm mal varlığını verirken, bütün bunların karşılığında kadın yalnızca bedeninin kullanım hakkını vermektedir.
Kadın çok iyi bilir ki; cinsel gereksinimi erkek tarafından asla reddedilmeyecektir. Buna ihtiyaç duyduğu her an, erkek gönüllü olarak onun hizmetinde olacaktır. Dolayısıyla, her istediği an, istediği kadar elde edebileceği bir şeyi gözünde büyütmesi için hiçbir neden yoktur.
Yüksek libidosuna tutsak olan erkek, bunun için kendisinden istenebilecek tüm bedelleri ödemeye her an hazırdır. Erkek karşısında kadını takas gücü olan ekonomik bir meta haline getiren şey budur.
Kadın cinselliğini canı istediği zaman yaşar, istediği zaman da kolaylıkla erteler.
Kadınlar erkeklerin cinsel güdülerini ortaya dökebilecek tavırlarla ortalarda gezer sonra da “tacize uğradım komiserim” der.
Bayanlar kendilerini teşhir edecek kıyafetler giyer veya tahrik edici hareketlerde bulunur. Erkekler kadınları seyreder, kadınlarda seyredilişlerini. Ve kadınlar parmağını gözüne sokarcasına “Beni fark et “diye ısrar ediyor.
Gerçek tacizci kimdir dersiniz? Erkekler mi yoksa erkekleri tahrik etmek için her yolu deneyen kadınlar mı?
Türk kadınları neyi beğenmiyor ya da sorun Türk erkeklerinde mi? Okuduğum kadın-erkek ilişkileri üzerine yazılmış bir kitaptan biraz alıntı yaparak Türk erkeklerimizin üzerinde biraz daha düşündüreceğim.
Rus kızlarımız Türk erkeklerimizi romantik buluyorlarmış, Türk erkekleri vücut temizliğine önem veriyorlarmış, Türk erkeğinde seks 3.sıradaymış. Ruslara göre romantiklik nasıl bir şey bilemiyorum. Sanırım seksin 3.sırada gelmesi de Türk erkeklerinin Rus kızlarımıza 100yıllık eşiymiş gibi davranması sahiplenmesi, sonrasında onlara değer verilmesi ve düşünüyorum ki seks bu şekilde 3.sıraya giriyor.
Hayır, efendim öyle değil işte bunu böyle düşünen tek millet Ruslar olmalı çünkü Rusya’da erkekler her şekilde bir bayan için çaba harcamamakta ve onlarla kolaylıkla birlikte olabilmektedir ve zaten Rus erkeklerde cinselliğe doymuşlardır.
Oysa Türkiye’de bir erkeğimiz Rus bir hatun gördüğünde kırk takla atarak onu elde etme çabasına giriyor bu yüzdendir ki Rus kızlarımız Türk erkeklerinin kendileriyle ilgilendiklerini düşünüyorlar. Türk erkeklerimize doyumsuz deniliyor peki bizim kızlarımız ne oluyor onu da merak ediyorum yoksa kızlarımızda mı problem var.
Kadın-erkek ilişkisinde bu çelişkiler böyle sürmeye devam eder… Kimisine göre Türk erkekleri mükemmeldir kimisine göre de aç doyumsuz kaba vs vs…
Şimdi sorarım sizlere Rus olmayı mı tercih ederdiniz yoksa Türk kalmayı mı?