15 Aralık 2010 Çarşamba

Tarih 7 Aralık..!

Tarih 7 Aralık

Herkesin “Bir Zamanlar” diye anlatmaya başladığı zamanları vardır. Benim de bir zamanlarım vardı. O zamanlar bugün farkında olduğum kadar farkında değildim bazı şeylerin. İnsanlara inanıyor, güveniyor, kendim gibi görüyordum. Ben hep iyi olmaya çalışıyordum ya sanki herkes öyle idi. “Bazen uzakta olan bir dost, yakında elinizin altında olan bir arkadaştan daha iyidir” sözü seni anlatıyordu. Bugün yine uzak olsaydın. Ama ben duyabilseydim sesini. Seni tanıyorum ya biliyorum ki, arasıra da olsa sende düşünüyorsun. Sende benim gibi bugün orada olmak istedin.

Sen eski dostum bugün senin doğum günün. Yine gökyüzünü istediğin kadar mavi tutabilseydim. Sesimi kanatlandırıp mırıltılarımı şarkılara döndürebilseydim. Yine o şehirde o kadar yabancı gözün içinde dostum kalabilseydin. Biz yine sinirlenseydik. Öfkelenip konuşmasaydık günlerce ama aslında yaşadığımız üzüntüye yenik düşseydik ikimizde Özür Dileseydik. Evet çok zaman geçti. Özür diyemeyecek kadar büyüdük. Hatalar özürlerle kapanıyordu. Ama kalp kırılınca hiçbir özür sarmıyormuş yarayı.

Bugün sana gökyüzünden bahsedemedim. Bugün sesimi kanatlandırıp mırıltılarımı sarkılara dönüştüremedim. Bugün sana Peki Kek alıp mum katamadım üzerine “Hadi üflede bitsin” diyemedim. Bugün aslında hiç bir şey yapamadım. Bugün geçmişi düşündüm.

Sadece hayal ettim ışıklar kapandı mumları üfledin ortalık karardı ışıkları yaktım. Ve sen yoktun.

Olur ya hani birgün okursun bunu. Geriye kalan bütün fotoğraflar doğum günü hediyem olsun.

Bu b-AŞK-a

Bir cümlenin içinde bütün düşlerim.

“Herşey çok güzel olacak. Sadece Sen ve Ben”

Bu cümleydi seni bana anlatan.

Ne şarkılar yazılmış ne şiirler okunmuştu yıllarca.

Hiçbiri böyle anlamlı gelmemişti.

Hiçbir cümle her şeyi bu kadar net anlatmamıştı.

Sen vardın ya şimdi gittin.

Sen gittin ama giderken beni de götürmüşsün oysa;

Bütün cümlelerim kısaldı.

Senden önce o kadar uzundu işte herşey.

Canımı acıtanlardı bağırdıklarım.

Aşk sandıklarıma yazmışım bunca zaman.

Onlara bir ufacık yel yeterdi zaten.

Utanıyorum şimdi.

Seni yaşadıkça anlıyorum.

Boşa harcadığım cümlelerin acizliğini.

Seni tanıdıkça anlıyorum.

Attığım her adımın boşa harcandığını.

Seni anladıkça anlıyorum.

Sana gelişlerim hep b-AŞK-aydı zaten.

Gitme..!

Birgün gider misin.?

İnan bilmiyorum.

Ama senden öncesi vardı.

Gelip hayatımın en ortasına oturdun.

Sen düşünülmemiş bir oyun, hangi roldeydin bende bilmiyorum.

Sen hiç kurulmayan bir saat, zamansız çalıyorsun duymuyorum .

Sen bir tebessüm, arasıra gülümsüyorsun inanmıyorum.

Sen bir nefes, bazen tutuyorum ölemiyorum.

Şimdi ben Sensizlikte kayboldum.

Oyunum olur musun.?

Rolüm fark etmez. İstersen iyi olurum istersen kötü

Saatim olur musun.?

Zamansız çal fark etmez. Her saat başı beklerim.

Yüzümde bir tebessüm olur musun.?

Ağlarken bile gülebilirim fark etmez.

Hatta öyle ki.

Aşktan ötesini istiyorum sende

Sevmekten öte seni yaşamak istiyorum.

Seninle olmak .

Her güne şükrederek başlayıp

Seninle uyuduğum için her geceye şükrederek uyumak.

Kısacası demem o ki.

Gitme.!

Kimsin Sen..!

Bir sırt çantası olmalı insanın içinde önemli birkaç eşya.

Şehir şehir dolaşmalıyım. Farklı insanlar tanımalıyım. Öyküler dinlemeliyim. Aşklar görmeliyim.

Gözaltları kırışmış gözler görmeliyim hala sevgisi gözünde parlayan.

Ben onları merak ederken onlarda beni merak etmeliler. He

r şehirde bir ben bırakmalıyım insanlara.

İşte tam bunları düşünürken öyle bıkkın aşk benden ben aşktan. Teslim olmuşum oysa aşka.

Öncesinde kendimi hiç bu kadar ait hissetmemiştim.

Bilmiyorum sana söyledim mi ama hiç bu kadar aşkı da hissetmemiştim.

Sahi yıllarca aradığım bu sûkuneti ummadığım bir limanda bulmak nasıl bir şey daha önce sana anlatmış mıydım.?

Bir yolcu gibi sadece seyahat ne anlamsızdı. Hep bir kargaşa hayatta. Hep bir engabenin içinde ruhum. Bazen yorgun bazen mutsuz. Kimi zaman umutlu.

Bir ağlarken bir gülerken.

Bir durgunluk beklerken hayatımda her gün bağırırken Sükunet diye. Gözlerini görememişim oysa.

Uzak mı bakıyordun bana yoksa hiç gelmemiş miydik göz göze..? Değdiği anda bakışların bana. "Kimsin Sen"diye sordum. Cevap: Sen

19 Şubat 2010 Cuma

Kabus Perdesinde Son Sahne

Evet son sahneyi çekiyoruz arkadaşlar..
Oyuncular sıraya girsin. Hata istemiyorum.
Bakın arkadaşlar bu son perde ve çok önemli.
Bir çoğunuzun geleceğini, hatta neredeyse bütün hayatını değiştirecek bir perde. Bu perde ile kapatacağız son sahneyi.. Onun için herkes son derece dikkatli olsun.
Gerçekten bir film sahnesini yazacam sandınız dimi?
Ee hayat zaten bir film, biz oyuncu, ömürden giden her yıl bir sahne değil mi..?
Şimdi okul hayatının her sahnesini başarıyla geçtiniz. Ama son sahnedeki perde biraz zor açılıyor. Herkesin başının belası Kamu Personeli Seçme Sınavı(KPSS) oldukça zorluyor.
Hadi çalıştın çabaladın, kazandın sınavı diyelim. Yerleştirmelere sıra geldi.
Tercihlerini yapıyorsun. Peki ya yerleştirilme ihtimalin yüzde kaç..?
Ben cevabı veremiyorum.
Kaldı ki birçok kurumda hala emekli memurların çalışmalarını saymıyorum bile.
Geçen gün yerleştirme sonuçlarında bölümlerin memur alımlarının kadrolarına baktım. Sadece birkaç örnek vermek istiyorum.
Arkeolog – 15
Bilgisayar İşletmeni – 188
Çocuk Gelişimi – 20
Denetleme Memuru – 10
Ekonomist – 1
Fizyoterapist – 36
Memuru – 4
Harita Teknikeri – 2
İMAM HATİP - 2186
İLAHİYAT – 1850 ( Bu rakam sallama )
Öğretmen – 15
Sağlık Memuru – 5
Teknisyen – 88
Veznedar – 6
Memur kadroları böylece açıklanmıştı. Yalnız benim dikkatimi çeken iki bölümün alımlarının binli dereceleri bulmasıydı. İlahiyat alımları rakamını salladım ama yaklaşık bu civarda bir rakamdı.
Bunca memur çalışmış çabalamış. Sen kalk teknolojinin atardamarı bilgisayar kadrosuna 188 memur alımı yap. Ama İmam Hatip memur alımına 2186 memur alımı yap.
Tamam mutlaka ki Türkiye’nin buna ihtiyacı var. Ama bunu neden bu kadar açık ara rakamlarla gerçekleştiriyorsunuz.
Ne dersiniz başımızı başımızdakiler mi yakıyor..?
Kendi başımızı kendimiz mi yaktık..?
Kabus Perdesinin Son Sahnesi’nde herkese başarılar diliyorum..

Bugün.

Bugün birinin canı o kadar sıkkındı ki belki de sen sıktın onun canını. Kim bilir ne yaptı sana ya da sen ne yaptın ona bugün..
Ne kadar önemsedin ki hayatındaki insanları. Bugün birisi sana kırıldı.
Neden kırdın onu söyler misin?
Başkalarının acısını mı çektirdin yoksa.
Bugün birisi gitti biliyor musun? Acaba neden kim gönderdi dersin onu.
Sen mi? Yoksa içindeki sen mi?
Ya da belki de kendi gitmek istemiştir ne dersin?
Bugün bir yerde bir genç kız öldü biliyor musun?
Belki çok süratli bir aracın altında, belki sarhoş bir beynin esiri altında.
Bugün bir can daha yandı biliyor musun?
Belki bir evlat acısıydı yakan, belki bir baba acısı.
Bugün bütün acıları geçtim aslında. Bugün çok daha önemli bir şey oldu biliyor musun?
Bugün sadece birine bir şey olmadı. Bugün sadece birinin canı sıkılmadı. Bugün sadece birisi gitmedi. Bugün sadece birisi ölmedi.
Bugün binlerce can daha yandı.
Bugün 7 annenin daha yüreğine kor gibi bir ateş düştü. Yine üzerinde yüzlerce kanı bulunduran bu topraklar için 7 askerimiz daha şehit oldu.
Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde bulunan asker cenazelerinden yayınlanan haberler insanların tüylerini ürpertmemesi mümkün değil maalesef.
Oysa bu bizim bildiğimiz sadece Tokat’taki şehitlerimizden birkaç tane haberdi. Hayatta birbirimizden habersiz yaşadığımız gibi çevremizdeki insanları bile kırdığımızda fark etmediğimiz gibi gidiyorsa bu hayat.
Peki ya bilmediğimiz duymadığımız görmediğimiz şehitlerimiz onlardan neden haberimiz yok.

Dinle

İlişkilerde en önemli kopukluk nedeni nedir diye düşünüyorum. Aklımdan geçen binlerce şey Sıradan nedenler gibi gözüküyor. Etrafımdaki evli ve bekarlar insanların eşleriyle ve sevgilileriyle olan göz temasları, konuşmaları, birbirleriyle iletişimlerni, ne kadar dinlediklerini düşünüyorum.
Eğer karşılıklı iki sevgili bir kafede oturmuş bir şeyler konuşuyor ise birbirlerinin gözlerinin içine bakarak konuşuyor olmaları muhtemel bir gerçektir. Ama eğer karşılıklı iki karı koca oturmuş ve onlarda bir şeyler konuşuyorlar ise karşıdakini dinlemiyor, ilgilenmiyor konuşurken karşısındaki kişinin bırak gözünün içine yüzüne bile bakmaması muhtemeldir.
Peki, ama neden eşler özellikle de erkekler onlarla oturup konuşmaktan ve eşlerini dinlemekten uzaklaşıyor.
Evlilik gerçekleşmeden söylenen konuşulan tartışılan konu hakkında fikri alınan önemsenen ve dinlenen kadın evlilik gerçekleştikten sonra dinlenmez ilgilenilmez durumunda bırakılır. Sanırım buna birkaç etken sayabiliriz.
Birinci olası ihtimal; artık ortak bir hayatı paylaşıp birbirilerinin hayatlarında zamanla kişisel duygu ve düşünceler özdeşleşiyor ve kişi karşısındaki eşinin neye nerede nasıl tepkiler verip neler yapıp neler konuşabileceğini tahmin ediyor olabilmeleri evlilikten sonra kadının kendini salıvermesi özlerinde mutlu olmasalarda dışarıya mutluluk pozları verilmesi gibi birçok nedenlerle olası ihtimal daha da uzatılabilir.
İkinci olası ihtimal; kadınların sorun çıkarmaya olan meyilleri, ortak çatı altında yaşanan olumsuzluklarda neredeyse tüm sorumluluğu erkeğe yüklemeye çalışılması, kadınlar tarafından sürekli yerilmesi neredeyse çok nadiren takdir edilmesi gibi bu ihtimalde dahada uzatılabilir.
Bir gerçekte var ki kadınlar olumsuzluklara rağmen vicdanları tarafından asla yalnız bırakılmazlar. Bir gün bir gerçeği de siz uygulayın kadınınızı sabırla dinleyin, onunla paylaşın ama asla tartışmayın, laf dalaşına girmeyin. Çünkü eğer onunla laf dalaşına girerseniz haksız duruma düşürülür ve olay daha da karmaşık hale gelir. Farklı fikirleri paylaşıyor iseniz kırıcı olmayan birkaç cümle ile fikrinizi dile getirerek sadece paylaşın. Eğer gerçekten sizin fikrinize önem veriyor ise bırakın önem vermeyi farklı düşünceleri paylaşıyor olmanız bile kadınınız size dönüp gerekli sıcaklıkla fikrinize sonuna kadar saygı gösterecek ve gönlünüzü alacaktır.
Türk kadınında sanırım en güzel özelliği de vicdanları tarafından rahat bırakılmamasıdır.