29 Ocak 2009 Perşembe

Dost mu_? Arkadaş mı_?

Benim için arkadaş ve “dost” kavramları çok kutsal kavramlar. Her ne kadar anlamları farklı olsa da ikisi de özel ve değerlidir. Önüme gelen herkesle arkadaş olmam, olamam.
Hayatıma girecek olan insan adeta düzinelerce sınavdan geçmelidir, dost sıfatını alabilmesi için paylaştığım şeyler artmalı ve hayli süre geçirmeliyimdir.
Bir zamanlar sevgili şimdi sevgisiz bir arkadaş bana “dostluk zamanla mı yoksa paylaşım mıdır_?” diye sormuştu. Kilitlenip cevap verememiştim ilk önce. Ama sonrasında düşündüm aslında pekte düşünmeye gerek yoktu. Sonuç olarak “zamana bağlı paylaşım” dedim.
Zamanın ilişkilerde mutlaka ki önemi vardır. Zamanlar paylaşırsınız zaten. Tanıştığımız herkes arkadaşımızdır...Zaten her gün birileriyle tanışmıyor muyuz.? Ama her tanıştığımız insana her şeyimizi anlatmıyoruz.
Anlatsak da anlarlar mı acaba_?
Ama dost dediğin sonuna kadar senledir. Senin her şeyini bilir çünkü zamanla hayatının bir parçası olur... Ona güvenmek ona inanmak. Özelini, güzelini, iyiyi, kötüyü, acını, tatlını paylaşabileceğin bir insanı tanımak asıl olandır.
Artık biraz farklı düşünmeye başladım.
Şuanda tekrar aynı soru ile karşılaşsam ne cevap verebilirim bilemiyorum. Çünkü artık biliyorum ki paylaşım ne kadar olursa olsun insanları tanıyamıyoruz. Arkadaşlıklarım ya da dostluklarım için geçen uzun süreçten sonra bir insana dost sıfatını yakıştırdığım zaman artık o insan için yapamayacağım şey yok gibidir. Dostlarım artık benim için kardeşten farksızdır ve en önemlisi çok büyük bir hadise olmazsa ömrünüzün sonuna kadar dostum olarak kalırlar.
Bu kadar ince, hassas ve özenli olmama rağmen bu konuda başarılı olduğumu söyleyemem.
Aldığım derslerle az sayıda ama öz nitelikte dostlarımla kendime dışarıdan insanların kolay kolay giremeyeceği adeta kurtarılmış bir bölge yarattığımı düşünüyorum.

Oradan Bakınca

Bir ortamda bir bayan veya bir erkek yalnız oturuyorlarsa kesinlikle sevgililerdir. Bunlar her ne kadar el ele göz göze ya da sarmaş dolaş olmasalar bile kesinlikle aralarında bir şeyler vardır. Bizim toplumumuz neden böyledir bilemiyorum. Özellikle kırsal kesimlerde yaşayan insanlarımızda fazlası ile görülen bu tip olaylar bazen felaketleri bile neden olabiliyor. Bir mahallede oturan bayan veya erkek kalabalık bir ortamda çarşıda ya da bir kafede otururken görüldükleri anda ortaya çıkabilecek tek fikir kesin sevgililerdir. Zaten aynı mahallede bir bayan ile bir erkeğin arkadaş olabilme ihtimali yoktur onlara göre. Oysa onlar orada sadece arkadaş olarak oturamazlar konuşamazlar dertleşemezler. Belki de tesadüfen oradalardır ve selamlaşıp birlikte oturmuşlardır.
Ama hayır bu toplum bizim toplumumuz bunlardan hiçbirisi olamaz. Kesin sevgililerdir diyerek sonucu ortaya katarlar. Sonra bu görüntü Ayşe Teyze ile paylaşılır sonra Ayşe Teyze Fatma Teyze’ye anlatır. Sonra Fatma Teyze kızın iyiliğini düşündüğünü düşünerek annesinin yanına gidip aslında sıradan bir arkadaşı ile kafede oturup sohbet ederken görülen kızımızın o an yanında olan arkadaşı ile sevgili olduklarını anlatır. Sonra anne babaya söyler. Baba kızına sert davranır. Derken, derken kötü sonuçlara neden olunabilir. Bunlar hep olağan şeylerdir aslında kimseye yabancı geleceğini sanmıyorum. (Ki geçtiğimiz hafta haber bültenlerinde buna benzer bir haberi hepimiz duyduk okuduk. Adamın biri porno videosunda gördüğü kadını karısı sanıyor ve gelip karısını hunharca öldürüyor. Sanki kendi yaptığı çok iyi bir şeymiş gibi karısını, hem de hiç haberi yokken öldürmekten çekinmiyor.)
Benzer bir konu sevgililer içinde geçerlidir. Bir ortamda sevgililer baş başa kalmışlar ise orada mutlaka cinsellik vardır. Özellikle üniversite zamanlarında iki sevgili evde yalnızlar ise yapabilecek tek şeyleri vardır o da cinselliktir. Zaten bu insanlar yalnızken sadece cinselliği paylaşabilirler. Oturup konuşup bir şeyleri paylaşamazlar. Ya da sadece birbirleri ile beraber olmaktan mutluluk duyarak film izleyemezler. İki sevgili ayrı oda da iselerde düşünülecek tek şeyde cinselliktir. Hadi itiraf edin bunu “sevgililer odadalar ve aklınıza onlar geldiğinde sadece cinsellikle ilgilendiklerini düşünüyorsunuz”.
Ya da sevgililer bir evden çıkıyorlarsa kesin o evde cinsellik geçmiştir fikri herkesin beyninde kocaman bir ışık olarak yanar yanar söner. Bu muhabbeti ya da ya da diyerek çok daha fazlasını söyleyerek uzatabilirim ama buna gerek yok. Düşündüklerinizi bende bazen düşünüyorum. Ama sonra kendimi katıyorum onların yerine ve sevgilimle yalnız kaldığım zamanlarda cinselliğin hiç düşünülmediği zamanların olduğunu hatırlıyorum.
Sadece oturduk. Sadece konuştuk, dertleştik, film izledik vs. vs.
Şimdi ben bunu burada söyleyince fikirleriniz değişmedi tabii ki ama en kötüsü böyle bir durumda aynı düşünceler aklınıza geldiğinde belki yanan o ışıkla beraber bu yazı aklınıza gelir ve kendinizi düşünürsünüz.

Görünen Köy

Kabul ettiğim zamanında yaptığım ve yapacağım bazı kaprisler, saçma sapan kıskançlıklar ve küçük dağları ben yarattım modunda gezmeler. Bir bayan olarak yapmaktan vazgeçemediğimiz şeylerdi. Yalnız bencillik olmasın ama gerçekten küçük dağları ben yaratmadım.
Devir gerçekten değiştiğinden mi bilmiyorum ama Türk kızlarımızda evrim değişimine uğramış olmalı. Artık kızlarımız sadece dış görünüşe bakıyorlar. Bir sitede okumuştum kızlarımızın erkekler üzerinde önem verdiği şeylerin sıralaması aşağıdan yukarıya doğru gidiyormuş. Ayakkabının markası, pantolonun markası, gömleğin ya da t-shirt’ün markası en sona beyin ve kalp değerlendiriliyormuş.
Bizim erkeklerimizin en çok muzdarip olduğu konu eminim ki, Türk kızlarının iki süslenip püslenip dışarı çıktıklarında kendileri o şehrin en güzel kızı sanmaları ve havalarından yanından geçerken rüzgâr estiriyor olmaları.
Kızlarımız nasıl paralı ve yakışıklı koca arıyorlarsa artık erkeklerde kariyer sahibi, başarılı kadınlarla, malı mülkü olan kadınlarla beraber olmak istiyor. Hırslı ve işteki istekleri daha yüksek bir kadın onların hayata daha iyi bakmalarını sağlıyor. Çalışmak istemeyen kadınlar erkeklere göre hayatın yükünü tek başına taşımalarına neden oluyor ve ilişkinin sonu ayrılık oluyor.
Eskiden fakir ama gururlu olmakla yetinen erkek ve kadın artık gelecek kaygısı yaşamamak için evi, arabası veya dünyada çakılı bir çivisi olmasını istiyor.
Kur’an'da kadın ve erkeğin eşit değerde olduğu vurgulanır. Tek üstünlüğün bireysel bazda olduğunun altı çizilir. Yani insanlar eşittir. Yine Kur'anda derki "Biz kadın ve erkeği yarattık, birbirlerini sevsinler diye" yani birbirlerinin eksikliklerini görüp birbirleriyle dalga geçsinler diye demiyor.
Kadınla erkek arasındaki ilişkiler sadece cinsellikle ilgili değildir. Ayrıca abla kardeş ya da ağabey kardeş ya da anne oğul, baba kız ya da kuzenler dayılar amcalar teyzeler diye gider... Bunu daha da genişletirsek yaşlılar gençler ve çocuklar olarak da söyleyebiliriz. Bana sorarsanız çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek, kısacası toplumun tüm bireyleri aynı ortamlarda yaşamalılardır. Bunun böyle olması sonucunda insanların birçoğunda birçok konu hakkında oluşan kafa karışıklığı çözülebilir.
Bütün bu söylediklerim bence kadın erkek ilişkileri için de geçerli; zira eğer toplumun tüm kesimleri bir arada barış içinde yaşamayı öğrenirse, bence her birey evleneceği eşini çok daha kolaylıkla seçebilir...
Evlilikler ile ilgili gerçek bir sonuç tespit eden Çukurova Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Tuncay Özgünen’in fikirlerinden alıntı bir haber kullanacağım.

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tuncay Özgünen, “Aşk hiçbir zaman erkek tarafından başlatılmaz, seçimi kadınlar yapar. Erkek, biyolojik olarak güzel olana yönelir” demiş.Prof. Dr. Tuncay Özgünen, Selçuk Üniversitesi tarafından Tıp Bayramı etkinlikleri kapsamında Meram Tıp Fakültesi’nde düzenlenen “Aşkın ve Sevginin Fizyolojisi” konulu konferansta bir konuşma yapmış. Aşk kavramının kadın ve erkekte ergenlik çağlarında başladığını, sevgi kavramının ise kişinin kendisini “ben kimim, neyim, neden dünyaya geldim” gibi sorularla tanımaya başladığı 5 yaş sürecinde ortaya çıktığını dile getirmiş.
Aşk dürtüsü başlarken 4 duyunun harekete geçtiğini söyleyen Özgünen, “Aşkın başlaması için ilk olarak karşımızdaki insanın kokusunun beynimizdeki aşk dürtülerini uyarması gerekiyor. Daha sonra sesini ve görüntüsünü beğendiğimiz kişiye dokunmak istiyoruz” demiş. Özgünen, kadının koku yolu ile karşısındaki erkeğin bağışıklık sistemi hakkında bilgi sahibi olduğunu dile getirerek, şunları söylemiş: “Eşler seçim yaparken kendi bağışıklık sisteminden çok daha farklı bir sisteme sahip olan kişilere yönelir. Bunun nedeni ise kadının doğacak çocuğunu daha gelişmiş bir bağışıklık sistemiyle dünyaya getirmek isteğidir. İlk olarak kokuyla başlayan sinyaller, daha sonra gözlerle kurulan iletişim, ses ve dokunma ile aşkı ortaya çıkarır. Bu nedenle aşk, hiçbir zaman erkek tarafından başlatılmaz, seçimi kadınlar yapar.” ( mış…! )

Kanserle Mücadele

Onunla mücadele diye bir şey yok aslında. Kişi ne kadar çabalarsa çabalasın kazanan hep o olacak. Hücrelere girerken de sinsi olan o değil midir? Belki bir gün kazara öğrenirsin nedensiz baş ağrısını, nedensiz mide ağrısını, göğüs ağrısının nedenini. Altüstü bir hücredir. Kocaman vücudunda herhangi bir yerde ufacık bir hücredir ama o ufacık hücre kim bilir kaç tane koca bedenleri deviriyordur. Şimdi artık neredeyse beş evden üçünde KANSER denen bu illet hastalıktan bulunmakta.
Küçümsemeyin küçük ağrılarınızı, küçümsemeyin küçük yaralarınızı.
Küçük şeyler denen aslında büyük şeyler. Hangi bedenlerde bitirdi umutları, hangi anneleri, hangi babaları genç yaştaki evlatlarının acısıyla yaktı.
Yada hangi evlat annesinin babasının ağrıları ile beraber kıvranmadı yatağında. Kaç kişi geceleri kapılarda sesini dinledi kaç kişi “ bugün acaba neresi ağrıyor diye düşünmedi?
Bu hastalık ile yaşayanlarla yaşamak zorunda kalan herkes bildi ki; en zor olanı bilerek yaşamak, yaşarken gülmek, gülerken içinden ağlamak, en zoru da olsa güçlü olmak gerekmekteydi.
Satırlarım kanserle sözde mücadele etmenin zorluğundan bahsetse de en zor olanı yapıyorum. Bende güçlüyü oynamak zorundayım. Kelimeler boğazımda düğümlenerek döküldü buralara. Kimse inkâr etmesin ki, insan hayatında anneler için erkek evlatlar, babalar için kız evlatlar, keza kız çocukları için babalar, erkek çocukları için anneler daha kıymetlidir. Mutlaka ki aileler evlatlarını aynı sevgi ile seviyorlardır. Kız erkek demeden gerektiğinde aynı acıyı ya da mutlulukları yaşıyorlardır. Ama bunlarda birer gerçek tabii ki.
Bende elbette ki annemi ve babamı çok seviyorum. Kız çocuklarında olduğu gibi bendeki baba sevgisi farklı bir sevgi ama sanırım sevgisini gösterme özürlü birisi olduğum için bugüne kadar ona olan sevgimi özel günlerde aldığım hediyelerin kenarlarına sıkıştırılmış ufak notlarda yazan minik “seni seviyorum” sözcüğünün dışında hiç söyledim.
Şimdi babam bu lanet hastalık kanser ile uğraşırken ben ona olan sevgimi yine sadece içimde yaşıyor ve yazarak ifade edebiliyorum.
Ve artık şunu da biliyorum.
Bir gün gelecek herkes odasına geçip uykusuna dalacak ve ertesi günü olduğunda çığlıklar duvarları tırmalayacak, hüsran kapıları yıkacak, umutlar tükenecek, günler hiç yaşanmamış olsun istenecek. Ama sessiz bir fırtına kopmuş olacak. Bunların bilincine varmış olmaktan olsa gerek geceleri uyuyamıyorum artık. Babamın nefes alışlarını dinliyorum. Acım çoğalıyor. Yavaş yavaş tükeniyorum.
Gözyaşlarım akıyor. İnsan annesini kaybedince duygularını, babasını kaybedince gücünü kaybediyormuş. Sanırım gücümü kaybediyorum. Allah’a sığınıyorum. Ve Dua ediyorum.

Aslında bu hafta klavyemde bunlar yazılmayacaktı. Ama ufakta olsa acımı yazarak hafifletmek, rahatlamak ve paylaşmak istedim.

Anı Yaşamak

Hayatımın en güzel günleriydi belki de üniversite yılları. Herkeste üniversite okuyor olmanın ve ilk defa orada olmanın heyecanı vardı oysa ben her zamanki gibi heyecansızdım ve sanki uzun zamandır gidiyormuşum gibi okulun kapısından giriyorum sınıfımı buluyorum. Ve içerde hiç ama hiç tanımadığım kişiler ve hiçbirinin siması bile tanıdık değil. Kimse sıcak gelmiyor ve çekiliyorum kuytu bir köşeye bekliyorum izliyorum geliyorum gidiyorum böylece geçiyor günler zamanla kimisi kankam oluyor. Sonra dil alışkanlığı oluyor bu kanka muhabbetleri. Sevgili şimdi sevgisiz sevgilim hoşlan masada bu durumdan seviyorum sohbetleri. Kimisi beni farklı buluyor bende onları farklı buluyorum aslında... Konuşmaya başlayınca özellikle Adanalı olduğumu öğrendiklerinde bir duraklıyorlar zaten. Bazı insanlarla anlaşıyorum sınıfta. Zamanla hepsinin siması tanıdık geliyor tabii ki ama bazısıyla konuşmuyorum bile kimisi çok havalı geliyor kimisi kendini beğenmiş kimisinin de tavrı beni sarmıyor. Çoğu gençlik lise yıllarında başlar sigaraya ben lisede bunu başarıyla atlattım ve ilk biramı üniversitede içtim..İnsanın sevgilisi olunca üniversite de daha bir mahrum yaşıyor galiba yada ben öyle yaşadım..Bir sürü kısıtlamalar aman “onu giyme sen bayansın yakıştığı gibi yaşa” aman “oraya gitme şöyle olur.” Diye bir sürü mesele ve daralmış bir alanla geçiriyorsun o güzelim günleri. Neyse ki son zamanlarda dar alanımı genişlettim. Artık rahat bir hayata kısa da olsa sığdırdım güzel anıları. Keyif verici ve unutulmaz binlerce anı anlatılmak ile bitmez. Ama en unutulmazlardan olanlarda Beşiktaş maçlarını izlemekti. Diğer takımlardaki kızlara küfür etmek ters ters bakmak keyif vericiydi. Benim unutmayacağım olanlardan bir tanesi bahar şenlikleri ve şebnem ferah’ın konserinden gece 1.De ayrılmak 10dk.yolu 1saatte gelmek dakikada bir elinden makine düşmeyen sevgili arkadaşımın objektiflerine yakalanmak ve gecenin 2.sinden sonra çırasız mangal yakmaya çalışmak yine bizim gibi örgenci komşularımızdan bir şişe kolonya bir şişe zippo ev arkadaşımızın bir şişe parfümünü bitirmemize rağmen yanmayan mangalı zavallı yine sevgili bir arkadaşımın zifiri karanlık olan yan inşaat binasından getirdiği küçük tahtalardan çıkan en ufacık bir alevle yakmayı başarmak... İşte tüm keyif bundaydı belki de hiç tanımadığın ama sonrasında can bildiğin insanlarla aynı havada nefes almak aynı ekmeği paylaşmaktı. Ve bir gün okul bitiyor.
İşte o zaman anlıyorsunuz o an konuşmadığınız veya kaynaşmadığınız arkadaşlarınızın değerini. Hayat insana öğretiyor, dostluğun arkadaşlığın kıymetini. Geri dönmek mümkün mü hayır değil tabi ki. Geri dönülmüyor ama her biri farklı yerlere dağılmış o arkadaşlarınızı bulabiliyorsunuz. Hem de teknolojinin nimetlerinden faydalanarak. Şimdi sanal âlemin en iyi icatlarından biri olan facebook’da boşa geçirdiğimi düşündüğüm, o günlerdeki sıcak ve sevimli insanları yeniden buluyorum. Ve yeniden bir kez daha kaynaşıyorum... Keşke hiç bitmeseydi demek geliyor insanın içinden ama “Mağlubiyetlerin takısı değil midir keşkeler”... Onun için “iyi ki” diyorum... İyi ki...

Kadın-Erkek

Herhangi bir kadın-erkek ilişkisinde erkek banka hesaplarını, evini, arabasını ve daha olası pek çok maddi varlıklarını vermekte; Kadının ise bütün bunların karşılığında, kazanmak için hiçbir çaba harcamak zorunda kalmamış olduğu kendi bedensel varlığını sunması yeterli olmaktadır.
Başka bir deyişle erkek hayatı boyunca çalışarak kazandığı tüm mal varlığını verirken, bütün bunların karşılığında kadın yalnızca bedeninin kullanım hakkını vermektedir.
Kadın çok iyi bilir ki; cinsel gereksinimi erkek tarafından asla reddedilmeyecektir. Buna ihtiyaç duyduğu her an, erkek gönüllü olarak onun hizmetinde olacaktır. Dolayısıyla, her istediği an, istediği kadar elde edebileceği bir şeyi gözünde büyütmesi için hiçbir neden yoktur.
Yüksek libidosuna tutsak olan erkek, bunun için kendisinden istenebilecek tüm bedelleri ödemeye her an hazırdır. Erkek karşısında kadını takas gücü olan ekonomik bir meta haline getiren şey budur.
Kadın cinselliğini canı istediği zaman yaşar, istediği zaman da kolaylıkla erteler.
Kadınlar erkeklerin cinsel güdülerini ortaya dökebilecek tavırlarla ortalarda gezer sonra da “tacize uğradım komiserim” der.
Bayanlar kendilerini teşhir edecek kıyafetler giyer veya tahrik edici hareketlerde bulunur. Erkekler kadınları seyreder, kadınlarda seyredilişlerini. Ve kadınlar parmağını gözüne sokarcasına “Beni fark et “diye ısrar ediyor.
Gerçek tacizci kimdir dersiniz? Erkekler mi yoksa erkekleri tahrik etmek için her yolu deneyen kadınlar mı?
Türk kadınları neyi beğenmiyor ya da sorun Türk erkeklerinde mi? Okuduğum kadın-erkek ilişkileri üzerine yazılmış bir kitaptan biraz alıntı yaparak Türk erkeklerimizin üzerinde biraz daha düşündüreceğim.
Rus kızlarımız Türk erkeklerimizi romantik buluyorlarmış, Türk erkekleri vücut temizliğine önem veriyorlarmış, Türk erkeğinde seks 3.sıradaymış. Ruslara göre romantiklik nasıl bir şey bilemiyorum. Sanırım seksin 3.sırada gelmesi de Türk erkeklerinin Rus kızlarımıza 100yıllık eşiymiş gibi davranması sahiplenmesi, sonrasında onlara değer verilmesi ve düşünüyorum ki seks bu şekilde 3.sıraya giriyor.
Hayır, efendim öyle değil işte bunu böyle düşünen tek millet Ruslar olmalı çünkü Rusya’da erkekler her şekilde bir bayan için çaba harcamamakta ve onlarla kolaylıkla birlikte olabilmektedir ve zaten Rus erkeklerde cinselliğe doymuşlardır.
Oysa Türkiye’de bir erkeğimiz Rus bir hatun gördüğünde kırk takla atarak onu elde etme çabasına giriyor bu yüzdendir ki Rus kızlarımız Türk erkeklerinin kendileriyle ilgilendiklerini düşünüyorlar. Türk erkeklerimize doyumsuz deniliyor peki bizim kızlarımız ne oluyor onu da merak ediyorum yoksa kızlarımızda mı problem var.
Kadın-erkek ilişkisinde bu çelişkiler böyle sürmeye devam eder… Kimisine göre Türk erkekleri mükemmeldir kimisine göre de aç doyumsuz kaba vs vs…
Şimdi sorarım sizlere Rus olmayı mı tercih ederdiniz yoksa Türk kalmayı mı?